Gözler Ücret-Fiyat Sarmalı Tehlikesine Dikilmeli
İktisat ilminin genel kabul görmüş üç meselesi üretim, tüketim ve bölüşümdür. Bu üç sac ayağı öyle meselelerdir ki iktisat okullarının da birbirinden ayrışma sebeplerinden olmuştur. Mesela klasik ekole göre, üretim, tüketim ve bölüşüm birbirinden bağımsız kabul edilirken günümüzdeki ekoller, bu konuların birbirinden bağımsız olamayacağı yönünde hem fikirdir. Bu yazımızda başlangıçta ana akımın ortodoksisi Neo-Klasiklere karşı bir alternatif olarak görülen ve daha sonra gelişen kapsamlı metodolojik yapısıyla kendine özgü bir düşünce okulu olarak gelişimini sürdürmekte olan “Post Keynesyen Okul’ u” temel alarak, enflasyonun oluşum nedenini gelirin bölüşüm mücadelesine bağlayalım ve günümüz ekonomik koşulları ile birlikte genel bir değerlendirme yapalım.
Ücret-Fiyat Sarmalı ve Enflasyon
Ücret-fiyat sarmalı, ücretlerdeki artış ile mal fiyatlarındaki artış arasındaki karşılıklı ilişkiyi gösteren bir teoridir ve enflasyonist sarmal olarak da bilinir. Bu sarmal, genelde iki şekilde ortaya çıkar.
Toplam talepteki bir artışın firmaları daha yüksek fiyat, işçileri ise daha yüksek ücret talep etmeye sevk etmesi ve böylece bir ücret fiyat döngüsünün oluşması birinci mekanizmadır. Birinci mekanizma, bu sarmalın hoş görünen yüzüdür.
Ücret-fiyat sarmalının ikinci mekanizmasında ise arz şokları sahnededir. Arz şokları ile karşılaşıldığında işçiler daha yüksek reel ücret ve firmalarda daha yüksek kar marjı talep ederler veya en iyi ihtimalle şok öncesindeki ücret ve fiyat düzeylerini korumak isterler. Bu durum maliyet enflasyonuna neden olur ve sonucu ise ekonomik durgunluktur.
Ücret-Fiyat Sarmalı Neden Önemli?
Makroekonomide ücretler ile fiyatlar arasındaki olası bir sarmalın başlangıç noktası ve varlığı, bu ilişkinin kısa/uzun dönemde anlamlılığı ve yönü ekonomistler tarafından daima tartışma konusu yapılmakta ve ekonometrik modellemelere konu edilmektedir. Bu tartışmalarda, ekonomik birimlerin rasyonel beklentilere sahip olup olmaması, ücret ve fiyatların değişimlere duyarlılığı, gibi konular ise ince ince işlenmektedir. Peki neden ekonomistler fiyatlar genel düzeyi ile ücretler arasındaki ilişkiyi belirli periyotlar ile ölçme/anlamlandırma saiki ile hareket ederler?
Çünkü ücretler; firmaların en büyük maliyet kalemi, genellikle tek gelir kaynağı olan işçilerin satın alma gücünün ve kamu maliyesi açısından ise, ücretlerin gelir içindeki payı düşünüldüğünde, genel ekonomik görünümün oldukça önemli bir göstergesidir. Türkiye’ de işçi ücretlerinin GSYH içindeki payı yaklaşık %30 civarındayken, Avrupa Birliğinde toplam GSYH’nin yaklaşık %48’i işçi ücretlerinden oluşmaktadır.
Enflasyon oranındaki artış, işçiler tarafından yaşam maliyetinin artacağı anlamına gelmektedir. Reel gelirlerini korumak isteyen işçiler mevcut enflasyon oranının üzerinde ücret artışları talep edeceklerdir. Ücretlerin artması, iki nedenden dolayı daha yüksek enflasyona katkıda bulunur:
- Firmanın maliyetleri yükselir ve bu onları maliyet artışını daha yüksek fiyatlar şeklinde tüketicilere aktarmaya teşvik eder. (Maliyet Enflasyonu)
- İşçiler nominal gelirde bir artış ile daha fazla harcama gücüne sahip olurlar. Bu, tüketici harcamalarında ve talep yönlü enflasyonda artışa yol açar. (Talep Enflasyonu)
Enflasyon oranı yükselmeye devam ederse, işçiler daha yüksek enflasyon oranları beklemeye başlayacak ve bu nedenle gelecekteki enflasyon korkusu nedeniyle daha büyük bir ücret artışı için pazarlık yapmak isteyeceklerdir. Bu durum, her yıl daha yüksek nominal ücret artışı talep etmek için bir teşvik olduğu ve firmaların da kar marjlarını koruyabilmek için artan maliyetlerini fiyatlara yansıtacağı anlamına gelir. Bu nedenle, enflasyonist baskıda devam eden bir artış gözlenir. Sonuç itibariyle ücret-fiyat sarmalı, eğer önlem alınmazsa, uzun dönem sürecek bir enflasyon problemine yol açar.
Geçmiş Deneyimler
Yom Kippur Savaşı’ nda başta ABD olmak üzere tarafını İsrail’ den yana gösteren devletlere, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) tarafından koyulan petrol ambargosu ile ücret-fiyat sarmalı deneyimleri 1970’li yıllarda yaşanmıştır.
Birleşik Krallık' ta, 1970’ li yıllarda ve 1980’ lerin başında, petrol ambargosu nedeniyle artan petrol fiyatlarının neden olduğu bir maliyet enflasyonu dönemi hüküm sürmüştür. İlgili dönemde aynı zamanda sendikaların güçlü toplu pazarlık kapasitesi de mevcuttur. Sendikalar toplu pazarlık güçlerini, ücretlerin enflasyonla uyumlu olmasını ve reel gelirlerin korunmasını talep etmek için kullanmışlardır. Ücretlerdeki artış, firmaların ücret artışlarını fiyatlara yansıtması ve işçilerin mal talebini artırması nedenleriyle daha fazla enflasyonu körüklemiştir.
ABD, 1970' lerdeki petrol şokuyla görülen kontrol dışı fiyat artışları ile çift haneli enflasyon rakamlarını deneyimlemiştir. Petrol fiyatlarının dört katına çıkması ile birlikte ciddi bir maliyet enflasyonu ile karşı karşıya kalan ABD ekonomisinde, hem üretkenlikte sarsıcı bir yavaşlama yaşanmış hem de işçiler gerçek bir nüfuza sahip olduklarından ücret artışları kaçınılmaz hale gelmiştir. ABD’ de 1970’ lerin enflasyonu, fiyatları ve ücretleri arttırarak sırasıyla karlarını korumaya çalışan işverenlerin ve ücretlerini korumaya çalışan işçilerin birbirini besleyen hikayesini yazmıştır.
Bugünkü Durum
2008 küresel ekonomik krizinden sonraki on yılda, enflasyon oranları nadiren merkez bankalarının hedeflerini aşmış ve ücretlerde de hızlı artış görülmemiştir. Britanya, İtalya ve Japonya'da ortalama saatlik ücret artışı, pandeminin başlangıcında 2000'li yıllarda gerçekleşen ile aşağı yukarı aynı kalmıştır. ABD’ de ücret artışının 2015'ten 2019'a kadar ortalama %2,9 olması ve ortalama enflasyonun %2' nin altında kalması ise zafer olarak algılanmıştır.
Dünyanın genelinde Covid-19 pandemisi nedeniyle yaşanan tedarik zinciri darboğazları, fiyatlar genel seviyelerini beklenmedik ve keskin biçimde artırmıştır. Bunun yanında açıklanan dev yardım paketleri(genişletici para ve maliye politikaları), iş yaşamının işleyişinin devamı için dönüşüme destek gibi pandeminin olumsuz etkilerinden kurtulma çabaları enflasyonun artmasını desteklemiştir.
ABD’ de saatlik ücret 2021 Eylül ayına kadar yılda %4,6 artarken, aynı aya ilişkin açıklanan %5.4’ lük tüketici fiyat enflasyonu bu kazançları silip atmıştır. Aynı zaman diliminde, Almanya'da enflasyon %4,1'e ulaşmış ve kamu sektörü birliği %5' lik bir ücret artışı talep etmiştir. Türkiye’ de ise beklentinin çok üzerinde açıklanan enflasyon rakamları ile 2022 yılında asgari ücret için %50 oranında bir artış yanında asgari ücretliye çeşitli vergi teşvikleri de sağlanmıştır.
Yaşanan gelişmelerin, yukarı yönlü bir sarmalın başlangıcı olup olmadığı ise ekonomistler arasında günümüzde sıkça tartışılmaktadır. Kimine göre artık işçi sendikaları ücretleri enflasyon karşısında ezdirmeyecek kadar güçlü değildir ve bu fiyat artışları geçicidir. Bu nedenlerle, yaşanan arz dar boğazları bittiğinde, enflasyon sorun olmaktan çıkacaktır. Kimine göre ise, her ne kadar sendikalaşma oranları geçmişe göre düşük olsa da günümüzde bilgiye ulaşmanın sağladığı kolaylık ile işgücü ne istemesi gerektiğini bilmektedir ve fiyat artışları uzun bir süre daha engellenemeyecektir. Çünkü, enflasyonist baskıların sürekli olacağı yönünde oluşan beklentiler ile enflasyon kendi kendini besleyen bir canavara dönüşmektedir.
Bireysel Bazda İyi Olan Şey Her Zaman Toplum İçin İyi Olmayabilir
Artan enflasyon ile, işçilerin reel gelirlerini koruyabilmek için daha fazla ücret, firmaların ise karlılık düzeylerini koruyabilmek adına artan maliyetleri fiyat artışları ile tüketiciye yansıtma çabaları sonucunda oluşan rekabet, enflasyonu kalıcı hale getirmektedir. İki taraf da kazanayım derken, aslında toplumsal bir kayıp meydana gelmektedir.
“Ücret-fiyat sarmalının” gelişmesi tehlikesi, ivedilikle göz önünde bulundurulması gereken bir meseledir. Gerekli önlemler zamanında alınmaz ise, hem işveren hem de işçiler beklentilerini enflasyonun sürekli olacağı yönünde belirleyecek ve enflasyonu tekrar kutusuna koymak olağanüstü bir çaba gerektirecektir.